Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.

Güncel Gönderiler
Özofageal varis kanamalı olgularda mortaliteye etki eden risk faktörleri
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Güzel, Muhammed Emin; Demir, Ali
Amaç: Özofageal Varis kanamaları (OVK), portal hipertansiyon zemininde gelişen ve hastane
yatışı esnasında yüksek mortalite riski nedeni ile gelişen önemli bir komplikasyondur.
Çalışmamızda sirotik OVK nedeni ile Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi
hastanesine başvurarak takip ve tedavi edilen hastaların demografik özellikleri, klinik ve
laboratuvar incelemeleri, görüntüleme ve endoskopik incelemeleri, mortalite ve
komplikasyonların gelişimi incelenmiş ayrıca bu sonuçların literatür verileri ile kıyaslanması
amaçlanmıştır. Olguların mortaliteye etki edebilecek risk faktörleri incelenerek 1,3,6,12 aylık
mortalite oranlarının nasıl etkilendiği değerlendirilmiştir.
Yöntem: Bu çalışmada 01.06.2014-01.06.2024 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi
Tıp Fakültesinde takip edilen, ‘I85.0 Kanamalı Özofagus Varisleri’ İCD tanı kodu verilen tüm
hastalar hastane otomasyon sisteminden retrospektif olarak incelendi. İncelenen olguların
diyabetes mellitus (DM), hipertansiyon (HT) ve koroner arter hastalığı (KAH), hepatik
ensefalopati (HES), hepatorenal sendrom (HRS) varlığı ve MELD, CHİLD skorlamaları, yatış
süresince aldığı tedavileri ve endoskopik işlemleri incelendi. Elde edilen bulgular SPSS 22.0
paket programı kullanılarak analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmamızda yapılan analizler sonucunda hastaların hayatta kalma süreleri kayıt
altına alınmış ve mortalite hızı açısından incelenmiştir. İncelenen mortaliteye etki edebilecek
faktörler arasında HES, HRS, KAH bulunmasının ve MELD skorunun >18,50 izlenmesinin
mortalite açısından etkili risk faktörleri olduğu izlenmiş bu risk faktörlerinin farklı takip
sürelerince izlenen mortalite incelenmesinde bağımsız değişken olarak mortalitenin ön
gördürücüleri olarak izlenmiştir. DM, HT komorbiditeleri mortaliteye etkisiz izlenmiştir.
Sonuç: Bu çalışmada sirotik OVK’ lı hastalarda kısa takip sürelerinde ileri evre MELD
skorlamasının ve Koroner Arter hastalığı bulunmasının mortalite oranlarının ciddi düzeyde
arttırdığı izlenmiş ayrıca hepatik yetmezlik ilişkili komorbidite durumlardan olan; HES ve
HRS’nin sağ kalımı ciddi oranda düşürdüğü izlenmiştir. Mortaliteye doğrudan etki eden bu
faktörlere yönelik koruyucu çalışmalar ve tedavi amacı ile yapılan çalışmalardaki gelişmeler
hastaların yaşam süresine olumlu katkıda bulunacaktır.
Arteryel-venöz karbondioksit farkı ve end-tidal karbondioksit'in sepsis mortalitesini öngörmedeki rolü
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Bilen, İsmail Buğra; Girişgin, Abdullah Sadık
Amaç: Bu çalışmanın amacı, acil servise başvuran sepsis hastalarında Pv-aCO₂ ve ETCO₂ düzeylerinin
mortaliteyi öngörmedeki prognostik değerini araştırmaktır.
Yöntem:Sunulan çalışma, 3. basamak bir acil serviste prospektif ve kesitsel olarak gerçekleştirilmiştir. Sepsis
tanısı almış hastaların 0. ve 6. saatlerinde Pv-aCO₂, ETCO₂ ve laktat düzeyleri ölçüldü. Hastaların 0. ve 6. Saatte
SIRS ve NEWS skorları kaydedildi. Hastaların demografik verileri, vital bulguları, klinik özellikleri, laboratuvar
bulguları, mekanik ventilatör ihtiyacı, renal replasman ihtiyacı, kan ürünü replasman ihtiyacı, yoğun bakım kalış
süresi ve mortalite sonuçları kaydedilmiştir. Elde edilen veriler, mortalite ile karşılaştırılıp, ilişkili faktörlerin
belirlenmesinde kullanılmıştır. ROC analizi ile parametrelerin prognostik performansı değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmada, 0. ve 6. saatte Pv-aCO₂ ≥6 mmHg olan hastalarda mortalite oranlarının anlamlı derecede
yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,001). 0. saatte bakılan ETCO₂ değeri <25 mmHg olan hastalarda mortalite
oranlarının anlamlı derecede yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0,001). Yapılan çalışmalar, Pv-aCO₂ değeri ≥6
mmHg olan hastalarda mekanik ventilatör ihtiyacının yanı sıra vazopressör ve inotrop kullanımında artış olduğunu
göstermiştir. Bu bulgular, istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,001). Pv-aCO₂ ve ETCO₂ değerleri
arasında negatif korelasyon, Pv-aCO₂ ile laktat düzeyleri arasında ise pozitif korelasyon gözlemlenmiştir. ROC
analizi ile Pv-aCO₂ ve ETCO₂ mortaliteyi öngörmedeki prognostik değerinin yüksek olduğu saptanmıştır. Ayrıca,
ETCO₂ ve laktat parametrelerinin de mortaliteyi tahmin etmede anlamlı katkı sağlayabileceği belirlenmiştir.
Sonuç: Çalışmamız, sepsis hastalarında Pv-aCO₂, ETCO₂ ve laktat düzeylerinin mortaliteyi öngörmede anlamlı
prognostik belirteçler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu parametrelerin klinik pratiğe entegre edilmesi,
tedavi kararlarını yönlendirme açısından faydalı olabilir. Bununla birlikte, bu bulguların daha geniş ve farklı hasta
gruplarında doğrulanmasının önemi vurgulanmaktadır.
XIX. yüzyılda İngiliz dış politikası çerçevesinde güney Türkistan'da büyük oyun ve yankıları
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2025) Uncu, Cem; Özcan, Kemal
Bu çalışma, XIX. yüzyılda İngiltere ve Rusya arasında Asya'daki hâkimiyet mücadelesi olarak tanımlanan Büyük Oyun'u, Afganistan merkezli bir bakış açısıyla ele almaktadır. Çalışma, bu dönemdeki siyasi, iktisadî ve askerî rekabetin etkilerini kapsamlı bir şekilde incelemektedir. İngiltere, Hindistan'ın güvenliğini sağlama adına Afganistan ve İran'da nüfuz politikaları izlerken, Rusya Kafkasya üzerinden güneye doğru yayılma stratejisi benimsemiştir. İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, İngiltere'nin bölgedeki ekonomik hakimiyetini pekiştirmiş, Rusya ise ekonomik bağımsızlık ve genişleme amacıyla Kafkasya'nın ardından Türkistan'a yönelmiştir. Afganistan bu süreçte, Türkistan ve Hindistan arasında stratejik bir bağlantı noktası olmuş, İngiltere ve Rusya'nın çıkar çatışmalarına sahne olmuştur. İngilizler, Kafkasya, İran ve Türkistan'daki Rus nüfuzunun ardından Afganistan'ı Rus etkisinden uzak tutmayı amaçlamıştır. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Almanya'nın Weltpolitik ve Drang Nach Osten politikaları ile 1905 Rus-Japon Savaşı, İngiltere ve Rusya'yı Türkistan, İran ve Afganistan'da iş birliğine zorlamıştır. Tüm bu gelişmelerin nihayetinde, 1907 Antlaşmasıyla Büyük Oyun sona ermiştir. Çalışma, Büyük Oyun'un jeopolitik dinamiklerini ve Afganistan'ı etkisi altına almaya çalışan bir deniz gücü -İngiltere- ile bir kara gücünün -Rusya- rekabetinin Asya'daki etkilerini inceleyerek, bu mücadelenin XX. yüzyılın başında yeni bir paradigmayla sonlandığını ortaya koymaktadır.
Graves hastalarında pan immun inflamasyon değerleri
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Polat, Gamze Çiçekal; Karakurt, Feridun
Amaç: Graves hastalığı (GH), diffüz guatr ve hipertiroidizm ile karakterize bir çok
sistemi etkileyebilen tiroidin otoimmün bir hastalığıdır. Çalışmamızda Graves
hastalığında başta Pan İmmune İnflamasyon Değeri (PIV) olmak üzere inflamasyon
belirteçlerinin önemini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız için Ocak 2010 - Ocak 2023 tarihleri arasında N.E.Ü.
Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları
Kliniği’ne başvurmuş 1422 Graves hastasından kriterlere uygun 267 hasta birey ve
123 ötiroid sağlıklı kontrol grubu belirlendi. Hematolojik hastalık, malignite,
romatolojik ve otoimmün hastalıklar, aktif veya kronik enfeksiyon, kemik iliğini
baskılayan ilaç kullanımı ve nutrisyonel eksiklikler olan hastalar dışlandı. Veriler
hastanenin HBYS bilgi sistemi üzerinden toplandı. Her iki grup arasında inflamasyon
belirteçleri (NLO, TLO, LMO, SII, PIV) karşılaştırıldı. Daha sonra remisyona giren
grup (grup 1): en az 12 ay anti-tiroid tedavi (ATİ) sonrası 12 aydan uzun süre ilaçsız
izlemde kalabilen hastalar, remisyona girmemiş grup (grup 2): 12 aydan uzun süre
remisyona girmemiş veya tedavi sonrası nüks etmiş hastalar olarak belirlendi. Yine
her iki grup arasında inflamasyon belirteçleri, TSH, T3, T4, TRAB, TMAB, TGAB,
sedimantasyon, CRP, ultrason bulguları, oftalmopati ve sigara kullanımı
karşılaştırıldı. Son olarak tedavi grupları arası: anti-tiroid tedavi, RAİ ve cerrahi
tedavi gören hastalar arasında aynı parametreler karşılaştırıldı. Araştırma sonucu elde
edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Sciences)
18.0 paket programı ile analiz edildi. Tüm testler için istatistiksel anlamlılık düzeyi
p<0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen Graves hastaları ve kontrol grupların
demografik verileri karşılaştırıldığında yaş ve cinsiyet bakımından anlamlı farklılık
saptanmadı. Graves hasta grubunda LMO değerleri kontrol grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,015). Remisyon (grup 1) ve remisyona
giremeyen (grup 2) (antitiroid tedaviye devam eden, RAİ almış olan yada
tiroidektomiden yapılanlar) Graves hastalarının inflamasyon belirteçleri ve
laboratuvar değerleri karşılaştırıldı. Grup 1’in PLO düzeyleri grup 2’ ye göre
istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p=0,044). Grup 1 ve grup 2 arasında
nodül, guatr, oftalmopati ve sigara kullanım durumlarının karşılaştırıldı. Grup 2’de
guatr varlığı ve oftalmopati varlığı grup 1’e göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek
bulundu (p=0,037, p=0,020). Graves hastalarının tedavi şekline göre nodül, guatr,
oftalmopati ve sigara kullanım durumlarının karşılaştırıldı.Cerrahi yapılan hastaların
oftalmopati varlığı diğer tedavi şekilleri uygulanan hastalara göre istatistiksel olarak
anlamlı yüksek bulundu (p=0,032).Çalışmaya alınan Graves hastalarının nodül
varlığı, guatr varlığı, sigara kullanımı ve oftalmopati varlığına göre inflamasyon
belirteç düzeyleri benzer olarak saptandı (p>0,05).Çalışmaya dahil edilen Graves
tanılı hastaların inflamasyon belirteçlerinin yaş ve laboratuvar değerleriyle ilişkisi de
incelendi. PIV düzeyi ile TSH ve CRP arasında pozitif yönde istatistiksel olarak
anlamlı düşük önemsiz korelasyon saptandı (r=0,171, r=0,195, p=0,048, p=0,028).
SII indeksi ile T3 arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı düşük-önemsiz
korelasyon bulundu (r=-0,178, p=0,004). NLO ile TSH arasında pozitif yönde; T3 ve
T4 arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı düşük-önemsiz korelasyon
saptandı (r=0,201, r=-0,242, r=-0,129, p=0,019, p<0,001, p=0,038).
Sonuç: LMO değeri Graves hastaları grubunda sağlıklı kontrol grubundan anlamlı
derece düşük bulunmuştur. Remisyona giren hastalarda PLO düzeyleri remisyona
giremeyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur. Ancak
çalışmanın esas hedefi olan PIV değeri açısından Graves hastaları ve sağlıklı kontrol
grubu arasında da remisyona giren ve remisyona girmemiş Graves hastalarında da
anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. PIV değeri Graves hastalarında tanı anında
prognozu ön görmede kullanımı ile ilgili daha kapsamlı çalışmaya ihtiyaç olduğu
görülmüşür.
Primer Hiperparatiroidili Hastalarda Proadrenomedülin Seviyelerinin İncelemesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Yorgancı, Zahit Furkan; Karaköse, Melia
Amaç: Primer Hiperparatiroidizm(PHPT) en yaygın rutin biyokimyasal taramada asemptomatik hiperkalsemi ile saptanır. Bununla birlikte, klinik semptomatik şiddetli hiperkalsemiden (paratiroid krizi) normokalsemik PHPT’ye kadar değişen bir kalsiyum homeostazı bozuklukları spekturumunu içerebelir. PHPT, gözlemsel çalışmalarda hipertansiyon, aritmi, ventriküler hipertrofi ve vasküler kapak kalsifikasyonu, karotis intima media kalınlığı (CIMT)’nda artış dahil olmak üzere kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir1. Yapılan çalışmalarda pro-Adrenomedülin (pro-ADM) seviyelerinin kardiyovasüler hastalılarda artmış olduğu gösterilmiş olup, yapılan bu çalışmamızda primer hiparatiroidili hastalar ile sağlıklı kontrol grubu arasında serum proaderenomedülin seviyelerinin karşılaştırılması ve kardiovasküler risk faktörleri ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Bu çalışmaya primer hiperparatiroidi tanısı almış 43 hasta ve 34 adet sağlık kontrol grubu dahil edilmiştir. Primer hiperparatiroidi tanısı alan ve takipte olan hastalardan ve kontrol grubundaki kişilerden rutin kontroller sırasında bakılan biyokimyasal tetkikler, antropometrik ölçümler ve pro-Adrenomedülin (pro-ADM) seviyeleri değerlendirilecektir. Aynı zamanda çalışmaya ultrasonografi ile bakılan karotis intima media (CIMT) kalınlığı dahil edilmiştir.
Bulgular: Primer hiperparatiroidili hastalar ile kontrol grubu arasında kalsiyum (Ca), fosfor (P), paratiroid hormonu (PTH), alkalen fosfataz (ALP), karotis intima media kalınlığı (CIMT) ve proadrenomedülin değerlerinde anlamlı düzeyde fark saptandı (p=0.000). Yaş, bel, kalça, bel/kalça, VKİ, albümin, TSH, üre, glukoz, HBA1C, kolesterol, LDL, trigliserit, HDL, insülin, D vitamini, CRP değerleri bakımından hiperparatiroidili hastalar ve kontrol grupları arasındaki farklılık istatistiki olarak anlamlı değildir (p>0.05).Hasta ve kontrol gurubu arasındaki yapılan değerlendirmede Pro-adrenomedülin seviyeleri ile kalsiyum ,PTH, ALP ve CIMT değerleri ile pozitif yönlü ilişki tespit edilirken, fosfor ile ters yönlü bir istatistiki ilişki tespit edilmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda primer hiperparatiroidili hastalarda Pro-ADM düzeylerinin daha yüksek oluğu ve bunun kardiyovasküler risk faktörleri ile korele olduğu saptanmıştır.