Necmettin Erbakan Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi
DSpace@Erbakan, Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve yayınların etkisini artırmak için telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.

Güncel Gönderiler
Graves hastalarında pan immun inflamasyon değerleri
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Polat, Gamze Çiçekal; Karakurt, Feridun
Amaç: Graves hastalığı (GH), diffüz guatr ve hipertiroidizm ile karakterize bir çok
sistemi etkileyebilen tiroidin otoimmün bir hastalığıdır. Çalışmamızda Graves
hastalığında başta Pan İmmune İnflamasyon Değeri (PIV) olmak üzere inflamasyon
belirteçlerinin önemini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız için Ocak 2010 - Ocak 2023 tarihleri arasında N.E.Ü.
Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları
Kliniği’ne başvurmuş 1422 Graves hastasından kriterlere uygun 267 hasta birey ve
123 ötiroid sağlıklı kontrol grubu belirlendi. Hematolojik hastalık, malignite,
romatolojik ve otoimmün hastalıklar, aktif veya kronik enfeksiyon, kemik iliğini
baskılayan ilaç kullanımı ve nutrisyonel eksiklikler olan hastalar dışlandı. Veriler
hastanenin HBYS bilgi sistemi üzerinden toplandı. Her iki grup arasında inflamasyon
belirteçleri (NLO, TLO, LMO, SII, PIV) karşılaştırıldı. Daha sonra remisyona giren
grup (grup 1): en az 12 ay anti-tiroid tedavi (ATİ) sonrası 12 aydan uzun süre ilaçsız
izlemde kalabilen hastalar, remisyona girmemiş grup (grup 2): 12 aydan uzun süre
remisyona girmemiş veya tedavi sonrası nüks etmiş hastalar olarak belirlendi. Yine
her iki grup arasında inflamasyon belirteçleri, TSH, T3, T4, TRAB, TMAB, TGAB,
sedimantasyon, CRP, ultrason bulguları, oftalmopati ve sigara kullanımı
karşılaştırıldı. Son olarak tedavi grupları arası: anti-tiroid tedavi, RAİ ve cerrahi
tedavi gören hastalar arasında aynı parametreler karşılaştırıldı. Araştırma sonucu elde
edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Sciences)
18.0 paket programı ile analiz edildi. Tüm testler için istatistiksel anlamlılık düzeyi
p<0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen Graves hastaları ve kontrol grupların
demografik verileri karşılaştırıldığında yaş ve cinsiyet bakımından anlamlı farklılık
saptanmadı. Graves hasta grubunda LMO değerleri kontrol grubuna göre istatistiksel
olarak anlamlı düşük saptandı (p=0,015). Remisyon (grup 1) ve remisyona
giremeyen (grup 2) (antitiroid tedaviye devam eden, RAİ almış olan yada
tiroidektomiden yapılanlar) Graves hastalarının inflamasyon belirteçleri ve
laboratuvar değerleri karşılaştırıldı. Grup 1’in PLO düzeyleri grup 2’ ye göre
istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p=0,044). Grup 1 ve grup 2 arasında
nodül, guatr, oftalmopati ve sigara kullanım durumlarının karşılaştırıldı. Grup 2’de
guatr varlığı ve oftalmopati varlığı grup 1’e göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek
bulundu (p=0,037, p=0,020). Graves hastalarının tedavi şekline göre nodül, guatr,
oftalmopati ve sigara kullanım durumlarının karşılaştırıldı.Cerrahi yapılan hastaların
oftalmopati varlığı diğer tedavi şekilleri uygulanan hastalara göre istatistiksel olarak
anlamlı yüksek bulundu (p=0,032).Çalışmaya alınan Graves hastalarının nodül
varlığı, guatr varlığı, sigara kullanımı ve oftalmopati varlığına göre inflamasyon
belirteç düzeyleri benzer olarak saptandı (p>0,05).Çalışmaya dahil edilen Graves
tanılı hastaların inflamasyon belirteçlerinin yaş ve laboratuvar değerleriyle ilişkisi de
incelendi. PIV düzeyi ile TSH ve CRP arasında pozitif yönde istatistiksel olarak
anlamlı düşük önemsiz korelasyon saptandı (r=0,171, r=0,195, p=0,048, p=0,028).
SII indeksi ile T3 arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı düşük-önemsiz
korelasyon bulundu (r=-0,178, p=0,004). NLO ile TSH arasında pozitif yönde; T3 ve
T4 arasında negatif yönde istatistiksel olarak anlamlı düşük-önemsiz korelasyon
saptandı (r=0,201, r=-0,242, r=-0,129, p=0,019, p<0,001, p=0,038).
Sonuç: LMO değeri Graves hastaları grubunda sağlıklı kontrol grubundan anlamlı
derece düşük bulunmuştur. Remisyona giren hastalarda PLO düzeyleri remisyona
giremeyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur. Ancak
çalışmanın esas hedefi olan PIV değeri açısından Graves hastaları ve sağlıklı kontrol
grubu arasında da remisyona giren ve remisyona girmemiş Graves hastalarında da
anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. PIV değeri Graves hastalarında tanı anında
prognozu ön görmede kullanımı ile ilgili daha kapsamlı çalışmaya ihtiyaç olduğu
görülmüşür.
Primer Hiperparatiroidili Hastalarda Proadrenomedülin Seviyelerinin İncelemesi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Yorgancı, Zahit Furkan; Karaköse, Melia
Amaç: Primer Hiperparatiroidizm(PHPT) en yaygın rutin biyokimyasal taramada asemptomatik hiperkalsemi ile saptanır. Bununla birlikte, klinik semptomatik şiddetli hiperkalsemiden (paratiroid krizi) normokalsemik PHPT’ye kadar değişen bir kalsiyum homeostazı bozuklukları spekturumunu içerebelir. PHPT, gözlemsel çalışmalarda hipertansiyon, aritmi, ventriküler hipertrofi ve vasküler kapak kalsifikasyonu, karotis intima media kalınlığı (CIMT)’nda artış dahil olmak üzere kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili olduğu gösterilmiştir1. Yapılan çalışmalarda pro-Adrenomedülin (pro-ADM) seviyelerinin kardiyovasüler hastalılarda artmış olduğu gösterilmiş olup, yapılan bu çalışmamızda primer hiparatiroidili hastalar ile sağlıklı kontrol grubu arasında serum proaderenomedülin seviyelerinin karşılaştırılması ve kardiovasküler risk faktörleri ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Bu çalışmaya primer hiperparatiroidi tanısı almış 43 hasta ve 34 adet sağlık kontrol grubu dahil edilmiştir. Primer hiperparatiroidi tanısı alan ve takipte olan hastalardan ve kontrol grubundaki kişilerden rutin kontroller sırasında bakılan biyokimyasal tetkikler, antropometrik ölçümler ve pro-Adrenomedülin (pro-ADM) seviyeleri değerlendirilecektir. Aynı zamanda çalışmaya ultrasonografi ile bakılan karotis intima media (CIMT) kalınlığı dahil edilmiştir.
Bulgular: Primer hiperparatiroidili hastalar ile kontrol grubu arasında kalsiyum (Ca), fosfor (P), paratiroid hormonu (PTH), alkalen fosfataz (ALP), karotis intima media kalınlığı (CIMT) ve proadrenomedülin değerlerinde anlamlı düzeyde fark saptandı (p=0.000). Yaş, bel, kalça, bel/kalça, VKİ, albümin, TSH, üre, glukoz, HBA1C, kolesterol, LDL, trigliserit, HDL, insülin, D vitamini, CRP değerleri bakımından hiperparatiroidili hastalar ve kontrol grupları arasındaki farklılık istatistiki olarak anlamlı değildir (p>0.05).Hasta ve kontrol gurubu arasındaki yapılan değerlendirmede Pro-adrenomedülin seviyeleri ile kalsiyum ,PTH, ALP ve CIMT değerleri ile pozitif yönlü ilişki tespit edilirken, fosfor ile ters yönlü bir istatistiki ilişki tespit edilmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda primer hiperparatiroidili hastalarda Pro-ADM düzeylerinin daha yüksek oluğu ve bunun kardiyovasküler risk faktörleri ile korele olduğu saptanmıştır.
Akut iskemik inmeli hastalarda diyastolik global longitudinal strain oranının inme üzerine etkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2025) Özkan, Meliş; Tokgöz, Osman Serhat
Amaç: Akut iskemik inme ile kardiyovasküler sistem arasında çift yönlü bir etkileşim bulunmaktadır. Beyin ve kalp arasındaki bu karmaşık ilişkinin anlaşılması büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, miyokard fonksiyonunu değerlendirmek için kullanılan yeni bir ölçüm olan kardiyak diyastolik global longitudinal strain oranının, akut iskemik inme ile ilişkisini araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmamız, prospektif bir vaka-kontrol çalışmasıdır. Akut iskemik inme tanısı almış 80 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Acil servise akut iskemik inme ile başvuran hastaların demografik özellikleri, başvuru anındaki klinik durumları ve biyokimyasal verileri kaydedilmiştir. İnme sonrası ilk 72 saat içinde hastalara ayrıntılı ekokardiyografi yapılmış ve global longitudinal strain (GLS) ölçümleri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, hastaların başvuru anındaki ve inme sonrası birinci ay Modifiye Rankin Skorları (mRS) kaydedilmiştir. Kontrol grubu, inme hastalarıyla benzer vasküler risk faktörlerine sahip; kardiyoloji polikliniğine başvuran 45 bireyden oluşturulmuştur. Kontrol grubunun demografik özellikleri, biyokimyasal verileri ile strain ölçümleri kaydedilmiştir. Veri analizinde, literatürdeki GLS normal değeri ile çalışmamızdaki değerlerin karşılaştırılması için Tek Örneklem t-testi, vaka-kontrol grupları arasındaki farkları incelemek amacıyla parametrik dağılımlar için Student t-testi, nonparametrik dağılımlar için Mann-Whitney U testi ve inmenin GLS değeri üzerine bağımsız bir prediktör olup olmadığını değerlendirmek için Linear Regresyon Analizi, GLS’nin klinik seyir üzerine etkisini araştırmak için ise Tekrarlayan Ölçümlerle Karışık ANOVA Testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen vakaların yaş ortalaması 69,15 ± 15,74 yıl, kontrol grubunun yaş ortalaması ise 67,38 ± 11,54 yıl olarak tespit edilmiştir. Tek Örneklem t-testinde, GLS değerleri hem vaka grubu (%15,41 ± 3,60) hem de kontrol grubunda (%10,70 ± 2,55) literatürde normal kabul edilen GLS değerinden (GLS değeri alt sınırı=%18) anlamlı derecede düşük saptanmıştır. Vaka ve kontrol grubu GLS değerleri karşılaştırıldığında, vaka grubunda GLS değeri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,001). Vaka ve kontrol grubu arasında ejeksiyon fraksiyonu (EF) açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Akut inmenin GLS artışında bağımsız öngördürücü olduğu ve yüksek GLS değerinin de mRS’ye olumlu yönde etki eden bağımsız bir öngördürücü olduğu tespit edilmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda hem vaka hem de kontrol gruplarında, literatürde belirtilen normal değerlerin altında bir GLS değeri bulunmuştur. Bu durum, vasküler risk faktörlerinin GLS’de anlamlı bir düşüşe yol açtığını göstermektedir ancak vaka grubunda GLS değerinin kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek olması, inmenin GLS değerini azaltan değil artıran bir bağımsız değişken olduğunu göstermektedir. EF’nin her iki grupta aynı olması GLS’nin inme patofizyolojisinde EF’den daha hassas bir ölçüm olduğunu ve GLS artışının penumbrayı korumayı amaçlayan kompansasyon mekanizmalarına katkı sağlayabileceğini düşündürmektedir.
Acil servise göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran hastaların esı triajı ve EDACS değerlendirmelerinin yapay zeka ile karşılaştırılması
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Çınar, Mehmet Okan; Koçak, Sedat
Grş
Acl servse göğüs ağrısı le başvuran hastalarla yapılan bu çalışmada acl servslerde yaygın olarak kullanılan br
traj sstem olan Emergency Severty Indeks (ESI) traj kategorsnn ve Emergency Department Assessment of
Chest Pan Score (EDACS) kardyak rsk grubunun yapay zeka algortmalarıyla karşılaştırıp lteratüre katkı
sağlamak amaçlanmıştır.
Gereç Yöntem
Bu çalışma, 01 Ağustos 2024 le 01 Ocak 2025 tarhler arasında Necmettn Erbakan Ünverstes Erşkn Acl
Servs’nde, göğüs ağrısı olan 18 yaş üstü hastalar üzernde tek merkezl, prospektf ve kestsel br tasarımla
toplam 396 hasta üzernde gerçekleştrlmştr. Gebelk durumu, travmaya bağlı göğüs ağrısı, kend steğyle
taburcu olan ve çalışma çn onam vermeyen hastalar çalışmaya dahl edlmemştr. Çalışma kapsamında,
ayaktan ve ambulans le acl servse başvuran hastaların vtal bulguları, demografk özellkler, ESİ traj
kategorler, EDACS göğüs ağrısı rsk kategors ve acl servs sonlanımları hasta takp formuna kaydedlmştr.
Ayaktan başvuran hastaların trajını traj görevller, ambulansla gelen hastaların trajını se hekmler
gerçekleştrmştr. Toplanan verler, standart br metn formatında düzenlenerek ChatGPT-4o’ya brbrnden
bağımsız olarak sunulmuş ve sstematk br şeklde hasta takp formuna kaydedlmştr.
Bulgular
Çalışma grubunun yaş ortalaması 51,9±17,6 yıl olup katılımcıların %56,6’sı erkektr. Hastaların %78,3’ü ayaktan
başvurmuştur. Traj görevls, ayaktan başvurup taburcu edlen hastaların %57,8'n ESİ Kategor-2 olarak
değerlendrrken bu oran yapay zekada %29,1, EDACS vers verlen yapay zekada se %18,4'tür (p<0,001).
Hekm ve yapay zeka, ambulansla acl servse başvurup taburcu edlen hastalarda benzer oranlarda ESİ Kategor-
2 olarak değerlendrme yaparken; EDACS vers verlen yapay zeka, hastaların %15'n ESİ Kategor-2 olarak
değerlendrmştr (p<0,001). Krtk hastaların ayırt edlmesnde yapay zeka, hekm le benzer br performans
serglemş olup aralarında anlamlı br fark saptanmamıştır (p=0,772). Yapay zekaya, kardyak rsk gruplaması
yapması çn EDACS le aynı verler verldğnde hastaları daha yüksek rsk grubunda değerlendrme eğlmnde
olduğu gözlemlenmştr (p<0,001).
Sonuç
Yapay zeka tabanlı sstemlern, hastaları ver tabanlı analz yeteneğ ve sstematk değerlendrme özellkler
sayesnde traj görevller ve hekmlere kıyasla hastaların klnk sonlanımıyla daha örtüşen br hasta trajı yaptığı
gözlenmştr. Bu blgler ışığında yapay zeka tabanlı sstemlern ve EDACS’ın acl servs trajında
kullanılablrlğ, hasta sonuçlarını yleştrme ve kaynakları verml kullanma potansyel açısından önem
taşımaktadır.
Yetişkinlerin sağlık okuryazarlığı düzeyinin sağlıklı yaşam farkındalığı ve başarılı yaşlanma üzerine etkisi
(Necmettin Erbakan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 2024) Soıytürk, Fatma Yaprakçı; Demirbaş, Nur
Amaç: Yaş almak ve yaşlanmak kaçınılmaz bir olaydır ve hem dünyada hem de ülkemizde yaşlı
nüfus giderek artmaktadır. Toplumların yaşlanmasıyla beraber, kronik hastalıklar, bakım ve sağlık
giderleri de artış göstermektedir. Yaşlı nüfus arttıkça yaşlanmanın da sağlıklı ve başarılı bir şekilde
olması giderek önemli hale gelmektedir. Başarılı ve sağlıklı yaşlanmayı etkileyen birçok faktör
vardır. Bunlardan birisi de son dönemde gündemde olan sağlık okuryazarlığıdır. Sunulan
çalışmada yaşlılıktan bir önceki dönemde bulunan yetişkinlerin (45-65 yaş) sağlık okuryazarlığı
düzeyinin, sağlıklı yaşam farkındalığı ve başarılı yaşlanma üzerine etkisinin değerlendirilmesi
amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikteki bu çalışmaya yüzde on hata payı ilave
edilerek en az 415 yetişkinin çalışmaya dahil edilmesi planlandı. Oluşturulan anket formu 45-65
yaş arasındaki yetişkinlere Google Forms ile online ve araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme
yöntemi ile uygulandı. Oluşturulan anket formunda; sosyodemografik bilgiler, bireylerin sağlık,
aktivite, beslenme, sosyal yaşam, manevi inanç, yaşam memnuniyetine ilişkin sorular, Sağlık
Okuryazarlığı Ölçeği – Kısa Form, Başarılı Yaşlanma Ölçeği ve Sağlıklı Yaşam Farkındalığı
Ölçeği yer almaktaydı. Veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences for Windows) 20.0
programı kullanılarak analiz edildi. p<0,05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan 400 katılımcının %52,5 (n:210)’i kadın, %81 (n:324)’i evli, %45,4
(n:182)’ü üniversite/yüksekokul ve üzeri eğitim düzeyine sahipti. Katılımcıların yaş ortalaması
52,33 ± 5,87 (min:45, maks:65) yıl idi. Katılımcıların %24,7 (n:99)’si fiziksel aktivite açısından
aktif, %22,7 (n:91)’si yeterli ve dengeli beslenmeye her zaman dikkat ediyordu. Katılımcıların
%30,5 (n:122)’i ilgi alanı ile ilgili seminer, konferans vb. eğitime katılmıştı, %36,8 (n:147)’inin
hobisi vardı.
Katılımcıların eğitim durumları ve SOÖ-KF’den alınan puanlar kıyaslandığında;
üniversite/yüksekokul mezunu grubun aldığı puan (33,66 ± 8,07), ilköğretim mezunu grubun
aldığı (29,93 ± 8,79), ortaöğretim mezunu grubun aldığı (26,72 ± 6,75) ve lise mezunu grubun
aldığı puandan (29,93 ± 8,16) anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0,004, p<0,001, p=0,002).
Çalışan katılımcıların BYÖ alt boyutlardan ve ölçeğin tamamından aldığı puanlar, çalışmayan
katılımcıların BYÖ alt boyutlardan ve ölçeğin tamamından aldığı puanlardan anlamlı olarak
yüksekti (p<0,05). Üniversite/yüksekokul mezunu grubun, SYFÖ değişim alt boyutundan aldığı
puan (21,01 ± 3,46), ilköğretim mezunu grubun aldığı puandan (19,58 ± 4,39) ve ortaöğretim
mezunu grubun aldığı puandan (18,75 ± 4,42) anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0,033,
p=0,004).
SOÖ-KF’den alınan toplam puanlar ile katılımcıların algılanan sağlık durumları, kronik hastalık
durumları, kullanılan ilaç durumları, tanı almış psikiyatrik rahatsızlıkları arasında anlamlı fark
bulunmaktaydı (p<0,05). Kronik hastalığı olmayanların BYÖ sağlıklı yaşam biçimi alt
boyutundan aldığı puan (8,87 ± 1,79) ve BYÖ toplamından aldığı puan (53,43 ± 10,92), kronik
hastalığı olanların sağlıklı yaşam biçimi alt boyutundan aldığı puana (8,41 ± 1,74) ve BYÖ
toplamından aldığı puana (51,09 ± 10,79) göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p=0,012,
p=0,035). Yeterli ve dengeli beslenme durumuna her zaman dikkat eden grubun SYFÖ
sosyalleşme, sorumluluk, beslenme alt gruplarından ve ölçeğin toplamından aldığı puanlar, yeterli
ve dengeli beslenmeye kısmen dikkat eden ve hiç dikkat etmeyen grubun aldığı puanlardan anlamlı
olarak yüksekti (p<0,05).
BYÖ ve alt boyutlarının tamamından alınan puanlar ile katılımcıların ilgi alanıyla ilgili eğitim,
seminer vb. alma durumları, hobi durumları, yaşam kalitesi ve yaşam memnuniyeti durumları
arasında istatiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,05). Arkadaşları ile her zaman görüşen grubun
SYFÖ sosyalleşme, sorumluluk alt boyutlarından ve SYFÖ toplamından aldığı puanlar, arkadaşları
ile ara sıra görüşen grubun aldığı puanlardan daha yüksekti (sırasıyla p=0,007, p=0,046, p=0,011).
“SOÖ-KF” ile “BYÖ” karşılaştırıldığında aralarında pozitif yönde orta düzeyde anlamlı
korelasyon tespit edildi (r=0,425, p<0,001). “SOÖ-KF” ile “SYFÖ” arasında da pozitif yönde orta
düzeyde anlamlı korelasyon tespit edildi (r=0,464, p<0,001).
Sonuç: Yapılan çalışmada cinsiyet farkının, birlikte yaşanılan kişilerin ve çocuk sahibi olma
durumunun sağlık okuryazarlığını, başarılı yaşlanmayı ve sağlıklı yaşam farkındalığını
etkilemediği görüldü. Eğitim düzeyi ile sağlık okuryazarlık puanı arasında pozitif bir ilişki vardı.
Eğitim düzeyinin artması hem bağımsız olarak hem de sağlık okuryazarlığını artırarak bireylerin
sağlıklı yaşam farkındalığını ve başarılı yaşlanma düzeylerini artırmıştı. Kendi sağlık durumlarını
çok iyi ve iyi olarak algılayan katılımcıların sağlık okuryazarlık ve başarılı yaşlanma düzeyleri,
sağlık durumlarını orta ve kötü olarak algılayan katılımcılara göre daha yüksekti. Fiziksel aktivite
yapan ve beslenmesine dikkat eden bireylerin, sağlık okuryazarlığı, sağlıklı yaşam farkındalığı ve
başarılı yaşlanma puanları arasında pozitif bir ilişki vardı. Sosyal olarak aktif olan, hobisi olan,
yaşam kalitesini iyi olarak değerlendiren ve yaşamdan memnun olan bireylerin başarılı yaşlanma
düzeyleri daha yüksekti.
Başarılı ve sağlıklı yaşlanmayı etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu konuyla alakalı
toplumdaki her kesime görev düşmektedir. Hekimler de bu konuda önemli bir konumdadır.
Özellikle aile hekimleri bireylerin hastalık ve tedavi sürecinin yanında, hasta olmadan önce yapılan
sağlık taramalarını, sosyal ve kültürel yaşamını, fiziksel aktivite ve beslenme durumunu, kötü
alışkanlıklarını, ruhsal durumunu, ailevi özelliklerini de takip edebilir. Başarılı ve sağlıklı
yaşlanmak için de gerekli olan bu faktörlerle alakalı olarak, bireyi yönlendirebilir ve bireylere
danışmanlık yapabilir