Sinemada mekân kavramı ve bir karşı duruş olarak görünen Dogville filmi
Loading...
Date
2017
Authors
Journal Title
Journal ISSN
Volume Title
Publisher
Güven Plus Grup A.Ş.
Access Rights
info:eu-repo/semantics/openAccess
Abstract
İlk dönem insanlardan bu yana insan, içinde bulunduğu evreni anlamaya, algılamaya çalışmış, anlamlandıramadığı
güçler karşısında da çeşitli alternatifler üretme çabasına girmiştir. Zamanla da, insan yapısı,
bütün fiziksel çevre ile kendi yaşantısı içinde organik bir bağ olduğunu, kendinin daha büyük bir organizmanın
bağımlı bir parçası olduğunu öğrenmiştir.(Kuban, 1990:9) Çevre insan olmadan da varolan bir bütünlük iken,
insan çevrenin içinde sınırlarını ve ilişkilerini belirleyecek bir yer, aidiyet kuracak bir uzam yaratmaya çabalar.
“Mekan” Hasol’un da belirttiği gibi insanın varoluşsal gerçekliğidir: “Mekan, insanı çevreden belirli bir ölçüde
ayıran ve içinde eylemlerini sürdürmesine elverişli olan boşluk; boşluğun sınırlandırılmasıyla ortaya çıkan
ve içindekilerin görsel izlenim ve algısına açık, belirleyici ortam, boşun” (Hasol, 2009:129). Mekanı sınırlayan
öğeler mekan kadar önemlidir, kullanılan malzeme ve insanla kurduğu ilişki onun sınırlılığını da belirler.
Norberg-Shultz 1963 yılında “mekan” sınıflandırması içerisinde yer alan “varoluşsal mekan”ı insanın duyu
organlarıyla algıladığı fiziksel mekanın ilişkiler, anılar, beklentiler gibi örneklenebilen, bilişe dayalı özel yorumlarla
tanımlar (Gür, 1996:46). Bunların ışığında baktığımızda, mekan mimarlıkla olduğu kadar sinemanın
da en temel birimidir. Çünkü ikisi de insan odaklıdır. Mimari, insanı tanıma ve yaşam biçiminin süregelmesi
için oluşturulan bir düzlemde yer alırken, sinema mekan algısıyla düzeneğini kurgular ve insan üzerindeki
etkiyi bu düzlemde gerçekleştirir. İkisi de insan üzerinden hareket eder ve birinde sınırlara oturttuğu yaşamını
diğerinde bir anlamda yıkarak ya da daha da derinleştirerek bir anlatım aracı olarak kullanır. “Müzik sanatı,
bugüne kadar mimarlığa en yakın sanat dalı olarak görülürken, sinema mimariye müzikten daha yakın. Sinema,
sadece zamansal ve mekansal yapısından dolayı değil, yaşayan bir mekanı ifade edişiyle bu konumunu
kazanıyor. Amaç: Mimarlık ve sinema, yaşamın çok yönlü görüntülerini oluşturmalarından, bu oluşuma aracılık
etmelerinden dolayı birbirleriyle sıkı bir ilişki içerisinde yer alıyorlar.”(Palasmaa, Arkitera:2008). Sinemamekan
ilişkisi üzerinde ayrıksı duran ve mekan kavramını duvarlardan uzaklaştırarark, beynimizin içindeki
odalarla filminde yeni bir anlatım biçimi deneyen Lars Von Trier’in “Fırsatlar Ülkesi: Amerika” üçlemesinin
ilk filmi “Dogville (2003)” in analizini bu bağlamda değerlendirmek, çalışmanın ana çıkış noktasını ve amacını
oluşturmaktadır. Tam da burada, sınır kavramının sorgulandığı filmde, Brecht’in “yabancılaştırma” anlatısı
kullanılarak “epik” tiyatroya da sinemasal bir dokunuşun izlerini görmek mümkün. Çalışma, içerik olarak
anti Amerikan bakış açısıyla hareket eden film biçim olaraksa, yine görsel efektlerin anlatının önüne geçtiği
bu ortama bir tepkiyi de ortaya koymayı amaçladığını ortaya koymakadır. “Lars von Trier de üçlemenin ilk
iki filminde, endüstriyel sinemanın gelişmiş teknolojileri devreye sokarak sinema salonunda açığa çıkardığı
111
SÖZEL BİLDİRİLER
hiper-gerçeklik olgusuna karşı aynı tavrı savunmaya çalışıyordu. Kendine kurallar ve sınırlar koyarak çalışan
bir yönetmen olduğu çok iyi bilinen Trier’in bu projede yürüttüğü deney, tüm başarı ve popülaritesini içerdiği
yüksek illüzyonist araçlardan alan bir sanat dalında anti-illüzyonist bir dil kurmanın mümkün olup olamayacağı
sorusuna yanıt bulmayı amaçlıyordu.” (Güllü, Mimesis, 2014) Kapsam: Sinema-mekan ilişkisi üzerinden
gerçekleştirilen çalışmada; Brecht tarzı bir yaklaşımla duvarları ve sınırları ret eden Trier, Dogville’de açık bir
stüdyoda yere tebeşirle çizdiği, duvarların olmadığı bu sanal mekanlarla, aslında içinde bulunduğumuz “sınırlılık”
kavramını sorgulayarak, bizim çizdiğimiz sınırlar ve içerisinde kurduğumuz yaşamlara etkili bir eleştiri
niteliğindedir. Sınırlılık: Bildiride sadece “Dogville” filmi üzerinden analiz yapılmış, üçlemenin ikinci filmi
olan “Manderlay” filmine deyinilmemiştir. Yöntem: Literatür tarama ve “Dogville” filmi üzerine analiz ve
çözümleme yöntemiyle ele alınan çalışma, mimarlık ve sinema disiplinleri üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bulgular
ve Sonuç: Kendimizi dış çevreye karşı korumak, aidiyet yaratmak, ilişkileri belirlemek için yarattığımız
mekanlar, zamanla bizim onları belirlediğimizi unutup, -hatta onları tasarlayan mimarlar da dâhil mekanlar
tarafından belirlenen hayatlara sürüklenen bireylere dönüştürülmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Palasmaa’nın
vurguladığı gibi “anlam”, mimarlıkta olduğu gibi sinemada da “mekan”ın zamansal, biçimsel, kavramsal, duyusal
gibi farklı boyutlar aracılığıyla kurulmaktadır. Trier, Dogville ve ardından gerçekleştirdiği Manderlay
filminde de “mekan” anlatısını farklı bir yere taşımış, onu yok ederek-görünürde- bizleri “yabancılaştırırken”
diğer yanda görünmezleri görünür kılma konusundaki ustalığını da sergilemiş bulunmaktadır. Bu çalışmanın
amacını sinema-mekan ilişkisi üzerinden ele alınan Dogville filmi ve mekanın sınır ve sınırsızlığı üzerine bir
tespit çalışmasında bulunmak ve sonuç olarak da mekanın disiplinlerarası kullanımındaki rolüne dikkat çekmektir.
Mekan algısının yönetilebilir olduğu, bunun için beyinlerimizde yapılar inşa etmek suretiyle, gerçekalgı
arasındaki paradoks da yine bildirinin varmak istediği sonuçlar arasında yer almaktadır.
Description
Keywords
Mekan, Sinema, Dogville, Lars Von Trier, Yabancılaşma
Citation
Yıldırım, M. (2017). Sinemada mekân kavramı ve bir karşı duruş olarak görünen Dogville filmi. 2. Uluslararası İletişim, Edebiyat, Müzik Ve Sanat Çalışmalarında Güncel Yaklaşımlar Kongresi, Güven Plus Grup A.Ş., s. 110-111.